22 Mart 2010 Pazartesi

Gazetelerin Pazar Eki Kıvamında...

Pazar günü keyfi yapmayı alışkanlık haline getirmiş kişilerin aklına, pazar eki deyince bulmaca çözmek gelir genelde.

Pazar keyfi olayını severim; ama bulmaca kültürüm hiçbir zaman olmadı. Bu kültürden yoksun olduğum için kendimi hiç de ezik hissetmiyorum. İki resim arasındaki 7 farkı bulmak; noktaları birleştirip, çıkan şekle bakmak; amiral battı oynamak hep daha eğlenceli gelmiştir bana...

Bulmaca çözen insanları bu eylemi gerçekleştirdikleri sırada izlediğimde, genelde hep aynı bulmacayı çözüyorlarmış gibi bir izlenim edindim. Aynı soruları evirip çevirip soruyorlarmış diye düşünmekteyim. Bir Mısır Tanrısı'nın sorulmadığı bir bulmaca görmedim şu hayatım boyunca...

Bilemiyorum; belki de bu konuda bilinçaltımda kendimi ezik hissedip, bok atıyorumdur. Eee, en nihayetinde ben de bir insan evladıyım!

Şu bulmaca türlerine baktığımda, okuduğum bölüm itibariyle sudoku ilgimi çekmişti. Onda da maceramı kısa tuttum.

Bir zamanlar öğrenciyken, can sıkıntısının tavan yaptığı bir ders sırasında, arkadaşımın elinde bir sudoku kitapçığı gördüm. Bu kitapçık kelimesinin de hastasıyımdır.

Neyse, kitapçık zorluk seviyelerine göre ayrılmış 120 bulmacadan oluşuyordu. "Sudoku dedikleri şey bu mu?" diye sorarak, kitapçığı istedim. Arkadaşım da "Evet, bu." diyerek kitapçığı verdi. Az enerji çok iş mantığını benimsemiş biri olarak direkt 120. bulmacaya odaklandım. "Daha önce hiç çözmediysen, çözemezsin onu." diyen arkadaşı, "Ben zoru başarmayı severim adamım." diye son derece amerikanvari bir edayla cevapladım.

Sonuç mu? Dersin sonunda eline verdim kitapçığı... Tabi ki de çözmüş olarak... Artık sudoku konusunda zirvedeydim. Şimdi amaç zirvedeki yerimi sağlamlaştırmaktı. Bu zaman kaymalarına bayılıyorum. Başka bir yerde ise karşıma, dört sudokunun, beşinci bir sudokuyla birleştirildiği ve sanırım samuray sudoku diye adlandırılan bir bulmaca çıktı. Bu, bayrağı zirveye dikmem için müthiş bir fırsattı. Sonuç mu? Tabi ki de bayrağı diktim.

Kısacası zirvedeyken bıraktım sudoku olayını ve başka bir paralel evrende hayatımı sürdürmeye devam ettim...

Dün uzun bir aradan sonra pazar keyfi denen olayı yaşadım. Çok ani bir geçiş oldu sanırım. Bir önceki laf salatası ile şu cümleyi bağlamam lazım.

Pazar eklerinden birinde kakuro adlı yeni bir Japon ürünü olan bulmaca ile karşılaştım. Yine sayılarla ilgiliydi. Bu sefer işin içine toplama işlemi katmışlar. Gelecek planlarım arasında bu konuda da zirveye çıkmak var.

Gelelim asıl meseleye...

Uzun bir aradan sonra, bir önceki gece dışarı çıkılıp içilmesine rağmen, sabah erken kalkıldı. Önce kısa bir playstation 3 macerasından sonra, toplanıldı, kahvaltılıklar ve gazeteler alınıp, sahile inildi. Sanki böyle bir şeyi yapmayalı yıllar olmuştu. Halbuki yazın yaptığım bir şeydi. Bu zaman kavramında ciddi problemlerim var. Çay içtik, gazete okuduk, muhabbet ettik ve sinemaya gitmeye karar verdik.

Kimisine sıradan gelebilecek bu olaylar silsilesi, benim için son derece sıradışıydı. Küçük şeylerden mutlu olan bir insanmışım meğer. Bunu farkettiğim şu sırada yine mutlu oldum.

Gideceğimiz film The Men Who Stare at Goats idi... Bu filmi Özel Kuvvetler diye çevirip ve üstüne bu dallamalığı için para alan kişiyi kınıyorum. İnsanda biraz vicdan olur lan...

Absürd komedi daha doğru ifade ile kara komedi olan bu filmi izleyin derim. Ewan McGregor, George Clooney, Kevin Spacey ve Jeff Bridges nam-ı diğer The Dude... Kadro son derece iştah açıcı ve merak uyandırıcı.

Film, Amerikan ordusunda psişik güçleri olan askerler yetiştirmek projesi üzerine kurulu...

Mükemmel göndermeleri olan bir film. Bu göndermeler gerek başka filmlere gerekse de Amerika'nın politikası üzerine. Ya sevilir ya da nefret edilir tarzda bir film. Keçilerin sessizliği ve ölüm dokunuşu göndermelerine saatlerce güldük.

Ayrıca ciddi Star Wars göndermeleri de mevcut. Özellikle Ewan McGregor'ın aptal bir ifade ile "Jedi savaşçısı ne demek?" diye birkaç kez sorduğu sahnede, Star Wars kültüründen yoksun olan ben bile güldüm ki bu sahne, sinemada -süslü bir ifade ile beyazperdede- gördüğüm en iyi göndermelerden biriydi.

Açıkçası ben sevdim ve şiddetle tavsiye ederim; sevmeyenler de aksine şiddetle tavsiye etmezler.

Buna göre karar verin; sonra gelip bana çemkirmeyin! Hea, teşekkürlerinizi kabul ederim orası ayrı...

Sinemadan sonra yemek; yemekten sonra da maç keyfi olacaktı ki bu güzel güneşli pazar gününe gölge düşüren şey, dünyanın en büyük derbisi olan Boca Juniors-River Plate maçının 10. dakikada aşırı yağmur yüzünden iptal edilmesiydi...

Neyse ki playstation denen supersonik icat imdadımıza yetişti. Bira eşliğinde şampiyonlar liginde gruplardan sonra kaybettiğimiz Roma maçı ile günü bitirdik.

Güzeldi, eğlenceliydi. George Clooney'in bakışlarıyla bulutları dağıttığı gibi, bu pazar günü keyfi de benim depresif havamı dağıttı. Filmden bir şarkı ile de son noktayı koyalım...

Son nokta(#1)

Not:

#1: Boston: More Than A Feeling