7 Mayıs 2010 Cuma

Interstate 60: Episodes of the Road...

Bir film tavsiyesiyle yine karşınızdayım. Off, böyle kitlelere sesleniyormuşum gibi bir havaya bürünüyorum ya süper oluyor.

Hem köşe yazarıyım diye geçinen Yılmaz Özdil bile maksimum 200 karakter kullanıyor. Geçen yazısını bulmak için gazeteyi 2. kez gözden geçirmek zorunda kaldım.

Konu da hafta içinde dönen Hitler benzetmesiydi... İpek Böcüğü adlı blogumda annem için dişi hitler benzetmesi yaptığımı söylemiştim; sanırım R.T.E bu dediğimi görmüş ve kıskanmış olacak ki anında kullandı.

Şuraya kadar bile Yılmaz Özdil'in kullandığından daha çok karakter kullandım. Neyse ki 5 yıllık kalkınma planımda, köşe yazarlığı yapmak gibi bir düşünce yok. Zaten bir planım da yok...

Bu süperötesi entellektüel girişten sonra gelelim asıl meseleye... Başlıktan da anlayacağınız üzere filmin adı: Interstate 60: Episodes of the Road...

Bu filmi kaç kere izlediğimi bilmiyorum. Canım sıkıldıkça izlediğim filmlerden... Ayrıca ilginçtir ki belli dönemlerde bir yerlerde denk geldiğim bir filmdir... Benim için ne ifade ettiğini sonda belirteceğim zaten. Kendi yazıma dair spoiler verdiğim için kendimi alkışlıyorum. Geçenlerde de istemeden bir arkadaşa vermiştim "Shaw öldü." diyerek...

Interstate 60, fantastik bir yol filmi. Fantastik deyince aklınıza Yüzüklerin Efendisi tarzı bir şey gelmesin; ama Geleceğe Dönüş gelebilir.

Nitekim filmin senaristliğini ve yönetmenliğini, Geleceğe Dönüş'ün senaryosunu yazan Bob Gale üstleniyor. Tam sinema eleştirmenleri gibi cümle kurdum. Kendi tarzımı yansıtmam lazım bu yazıya...

Oyuncu kadrosu için söyleyeceğim tek şey; sırf bu liste için bile seyredilebilecek bir film: James Marsden, Gary Oldman, Christopher Lloyd, Chris Cooper, Kurt Russell, Amy Smart ve Michael J. Fox...

Bir dilek dileme hikayesi... Kırmızı papyonu ve maymun şeklindeki piposu ile cin, şeytan, melek vs. şeklinde karşımıza çıkan bir Gary Oldman var... James Marsden'in oynadığı baba baskısı altındaki Neal Oliver'ın doğum gününde dilek olarak cevap istemesiyle başlar olaylar..

İstediği bu dilek, bir sürü maddi dilekten sıkılmış olan O.W.Grant (Gary Oldman)'ın ilgisini çeker. Kaldı ki O.W.Grant, One Wish Grant anlamına da gelmektedir. Kendisine, 8 nolu sorduğu soruları cevaplayan bir top hediye eder. Ayrıca Ray rolündeki Christopher Lloyd'un, paketi bir yere teslim etmesi üzerine verdiği işi de kanıyla imzalayarak yola koyulur.

60 numaralı olmayan otobanı bulmasıyla olaylar da gelişmeye başlar. Yol üzerinde birbirinden ilginç kasabalara girer çıkar. Bir yandan da yıllardır sadece rüyalarında gördüğü ve resimlerini çizdiği kızı aramaktadır. Yoldaki tabelalarda da kızımız (Amy Smart) boy boy kendini göstermektedir.

"Tesadüf diye bir şey yoktur." mesajı, vermeye çalıştığı mesajların en belirgin olanıdır. O.W.Grant şöyle der: "Hiç bir şey tesadüf değildir. Sonsuz evrende imkansızın kaçınılmaz olduğu bir yer mutlaka vardır."

Bunun dışında yol üzerinde bulunan kasabalarla da bir çok konuya gönderme de bulunuyor. Avukatlık sistemi; sanat, sanatçı ve toplumun sanata bakış açısı; uyuşturucudan yola çıkarak, insanların özgürlüklerinden basitçe vazgeçmesi; mükemmel seks; dürüstlük, yalan gibi kavramlar ve aşk üzerine ciddi göndermeleri bulunuyor...

Filmin tek eksik bulduğum yönü, bu göndermeleri çok açık şekilde yapması. Biraz daha üstü kapalı yapmış olsaydı çok çok daha iyi bir film olabilirdi benim için...

Dürüstlüğü savunan, yalandan nefret eden, akciğer kanseri olan Bob Cody (Chris Cooper)'nin, sigara üzerine olan "Üstünde kanser yapar yazıyor ve evet yapıyor. Bundan daha dürüst ne olabilir ki?" repliği onun, favori film karakterlerim arasında yerini almasını sağlıyor...

Bunun yanında liseden beri çeşitli ortamlarda geyiğini yaptığım sanat ve sanat anlayışı kavramlarıyla ilgili aynı göndermeleri görünce daha bir zevk aldım filmden.

Tabi filmden zevk almamın bir diğer nedeni ise Amy Smart ki yine o masum güzelliğiyle karşımızda... Aşkın, o bildiğimiz peşinden koşmaya değer bir kavram olduğunu bir kez daha gösteriyor...

Filmin başında hastane odasındaki kart numarası ise hayata bakış açımızı; dayatılan düşünceleri sorgulamadan kabul edişimizi gözlerimizin önüne seriyor. Ayrıca aradığımız cevapları etrafımızdaki işaretleri izleyerek bulabileceğimizi de gösteriyor.


Şunu anladım ki insanlar filmin işaret dediği bu tarz şeyleri tesadüf olarak algılıyor. Bunun nedeni de bunların peşinden koşacak cesarete ve enerjiye sahip olmamaları...


Ayrıca filmin söylediği bir diğer şey ise: "Önemli olan sonuç değil; ona ulaşılan yolda yaşanılanlar ve öğrenilenlerdir ki en azından anlatacak bir hikayeniz olur."...

Uzun lafın kısası bu 2002 yapımı filmi izleyin. Muhakkak kendi adınıza çıkaracağınız bir sonuç olacaktır... En fazla sevmezsiniz. Bir şey kaybetmiş olmazsınız. Kıçı kalkık bir giriş yaptım kıçı kalkık bir şekilde sona yaklaşayım bari... Benim kötü bir film, şarkı veya kitap tavsiye ettiğim bugüne dek görülmedi. Nasıl Fenerbahçe'nin, Türkiye Kupası'nı aldığını görememişsek bu dediğimi de göremedik daha...

Not: Bu blog yazılırken bir şişe kırmızı şarap içildi ve Fransız peyniri yenildi... Yok lan! Bildiğiniz tulum ve beyaz peynir yenildi.