23 Haziran 2010 Çarşamba

5'in 1 Bile Etmediği Anlar...



Hala düşünmekteyim. Şu bir yazıya giriş yapma olayında hayatım boyunca hep zorluk çektim. An itibariyle zorla kompozisyon yazdırılan yıllara gittim. Ödev oldu mu işim kolay olurdu: anneme yazdırırdım ki gerisini kendim getirirdim. Sosyal hayatımda yeni bir ortama karışma konusunda pek zorluk çekmem; ama iş planlanmış bir konuşmaya gelince, o an benim için işkenceye dönüşür. Yazı yazma da bir çeşit planlanmış bir konuşma; en azından giriş kısmı... Hea, bi' de şu daktilosundaki boş sayfayla günlerce boğuşan yazar tiplemesi var. Yazarlık gibi bir iddiam yok; ama bir an için kendimi öyle bir tipmiş gibi hissettim. Her neyse... Bir deneyelim bakalım planlı konuşma olayını halledebilmiş miyim kafamda?...

Sanırım halledemedim. Bir şeyleri halletmeyi bekleyerek yıllar harcayabiliyoruz. "Kaybolan yıllar"... Peh! Kulağa ne kadar da iç acıtıcı geliyor. Telafisi olmayan ya da telafisi cesaret ve güç isteyen yıllar... Açıkçası ben başaramazdım. Her ne kadar spoiler vermeyen bir bünyeye sahip olsam da tam burada, canım deli gibi spoiler vermek istedi yazının sonuna dair; ama kendimi tutuyorum. Ne diyorduk?.. Evet, hatırladım: kaybolan yılları telafi etmek... Bunu yapan insanlar gördüm. "I see dead people" dermiş gibi oldu biraz... Sanki bana bir şey anlatmak istermişçesine hayatımın birçok yerinde karşıma çıkmaya başladılar. Tam burada beş kişiden bahsetmek istiyorum... Dördü kadın, biri erkek... Bu erkek olan kişi, dört kadından biriyle evli. Neyse fazla uzatmayayım. Yaşlarını tam olarak bilmiyorum; ama bu beş kişinin yaş ortalaması için 60 desem abartmış olmam...


Bu kişilerden biri annem ki hakkında en çok bilgiye sahip olduğum kişi de kendisi. Neden acaba?... Neyse bu annem olacak kişi - Annem görseydi bu yazıyı canıma okurdu.- ben askerdeyken, yokluğuma dayanamayıp yıllardır gitmek istediği el işi kurslarından birine başladı. Yıllarca çocukları ve kocası dışında hayatı olmayan annem, küçük yaşta annesini kaybettiği için okuyamamış olmanın hıncını çıkarmanın yolunu 56 yaşında buldu. Son iki yıldır inanılmaz bir azimle hiç aksatmadan kursa gidiyor. Her geçen gün kendisini aşmak da şu aralarki en büyük meşguliyeti. Yaptığı işler cidden takdir edilesi; ama asıl takdir edilesi olan: bunca kayıp yılın acısını, bunca yıllık alışkanlıklara rağmen bir şekilde çıkaracak cesarete sahip olması... Yaptığı işi ciddiye almasının yanı sıra müthiş bir araştırma ve öğrenme isteğini de taşıması cabası... Kendisiyle gurur duyduğumu ve sonuna kadar yanında olduğumu da buradan belirtmek isterim...

2 numaralı kişi: annemin gün arkadaşı; aynı zamanda eski komşumuz. Yaşını tam olarak bilmiyorum; ama banka emeklisi olduğunu biliyorum. Geçtiğimiz hafta kendisine matematik dersi verdim. Bu haftasonu üniversite sınavlarına girdi. Sınavlar diyorum; çünkü bildiğiniz üzere artık birkaç sınavdan oluşmaktadır kendisi... Neyse... Yıllardır içinde kalan hukuk okuma isteğini son üç yıldır gerçekleştirmeye çalışıyormuş. 2007 senesinde Adalet Yüksek Okulu'nu kazandığı halde istediği bölüm olmadığı için gitmemiş. Yeni sınav sistemiyle kazanması belki cidden çok zor; ama ne olursa olsun sırf bu yaştan sonra uğraşması bile takdirimi kazanmasını sağlamıştır. Tam burada "Sen kim oluyorsun da takdirini kazanmaktan bahsediyorsun?" diyebilirsiniz. Bu sorunuzun cevabını sonda vermeyi düşünüyorum.

Gelişme bölümü içerisinde yer alan bu paragrafa da evli çiftimiz konu(k) oluyor... Umarım bu yaptığım şey bir kelime oyunu değildir. *Yok, değil; rahat olabilirsin.*... Sevgili iç sesim, sen de olmasan ben ne yapardım ki... Yolda yürüdüğüm günlerden birinde dar bir sokaktan yaşlı bir amca çıktı. Yaş tahminim ise 65'ten fazla olduğuydu. Tam önünden geçtiğim sırada, arkasından eşi hafif koşar adımlarla amcaya yetişmeye çalışırken, "Aşkım, bekle." dedi ve amcanın yanına geldiği sırada da elini tuttu. O şekilde yürümeye başladılar. İstemsiz bir şekilde arkamı döndüm ve kendileriyle göz göze geldim; sadece gülümseyebildim. Onlar da aynı şekilde karşılık verdi. Zaten o yaştaki öyle bir çiftten de farklı bir davranış bekleyemezdim... Yoluma devam ederken düşündüm. O yaşta bu şekilde olabilmek... Sanırım bir hayatın boşa geçmediğinin bir göstergesiydi.

Son kahramanımıza gelecek olursak ki kendisi, şu anda bile tüylerimin vücudumu terk etmesine yol açacak bir hikayeye sahip ve annemin arkadaşlarından bir tanesi... Bu kadının hikayesi aslında başlı başına bir yazı olabilecek nitelikte. Belki ilerleyen zamanlarda sırf onunla ilgili bir yazı yazabilirim. Vakt-i zamanında kansere yakalanmış bir kişi. Öyle bir zaman gelmiş ki artık her şeyin bittiği bir anmış. Saçlarının dökülmesi, bir gözünü kaybetmesi, kafasının bir bölümünde metal bir plaka taşıması, konuşamayacak durumda olması... Ameliyat üzerine ameliyat, tedavi üzerine tedavi... Bunların hepsi bir yana daha nefes alırken ailesinin, mezarını hazırlaması... Sanırım canlı canlı toprağa gömülmek böyle bir şey olsa gerek. Bu kişi böyle bir durumdan, Karşıyaka Belediyesi'nin Türk Sanat Müziği ile ilgili halk eğitim kurslarından birine gidecek duruma geliyor. Bununla da kalmayıp konserde şarkı söylüyor. Sahnedeki kalabalığa bakınca bir tek kişi ışıl ışıl parlıyordu ve bir tek kişi hayatın, yaşamın ne kadar güzel olduğunun farkındaydı ve o kişiyle çok kısa sohbetimiz sırasında fark ettim ki ben 26 yıllık yaşamım boyunca bu kadar hayat dolu, kıpır kıpır bir insan daha görmedim. Belki de tanrı yerine konulup tapınılması gereken varlıktı kendisi...

Beş birbirinden farklı insan... Annem hariç diğeriyle karşılaşma zamanlarımı düşününce sanki daha önce de dediğim gibi bir şeyler anlatmak istiyorlar. Anlatmaya çalıştıkları ya da bana öyleymiş gibi gelen kısım çok basit aslında. Belki de değildir bilemiyorum. Bu kişilerin yerlerine koyduğumda kendimi, o kadar cesur olamayacağım sonucuna varıyorum. Doktorun biri bana altı aylık ömrüm kaldığını söylese en fazla bir ayda ölürüm. Garip gelen de bu... Önümde böyle örnekler varken, bu kadar gençken, birçok şeyi başarma imkanım varken hiçbir şey yapmadan, sanki yatağında ölümü bekleyen, elden ayaktan düşmüş, en büyük hediyenin ölüm olduğu bir adammışım gibi davranıyorum.. İsteksizlik belki en büyük cevap olacaktır bütün bu gizli sorulara; ama bir yandan da biliyorum ki bu şekilde devam edersem, bahsettiğim bu kişilerin yaşlarına ulaştığımda birçok şeyden pişmanlık duyacağım ve sırf bu farkındalıktan ve bile bile bir şeyler yapmamış olmaktan dolayı o zaman da hiçbir bok yapmayacağım... Bu yazıyı bitirdikten sonra da her şey yazıya başlamadan önceki halini alacak ve bir bakmışım ki yıllar geçmiş gitmiş olacak... *Senden adam olmaz*... Biliyorum...