24 Ağustos 2010 Salı

Serbest Çağrışım...

"İki türlü çağrışım vardır. En azından benim için öyle...

Çağrışım
ın ne olduğunu zaten biliyoruz. Açıklamaya gerek yok ama bir örnekle bilgilerimizi pekiştirelim. Biri bana Queen derse, söyleyeceğim şeylerden biri We will rock you olacaktır. Bu, herkes tarafından bilinen iki ismin birbirini çağrıştırmasıdır.

Bir de serbest çağrışım dediğimiz olgu vardır. Bu, ilk bakışta birbirinden bağımsızmış gibi görünen olayların, nesnelerin, kişilerin birbirini çağrıştırmasıdır. Genelde kişiseldir ve bilinçaltı dediğimiz yerde kurulan bağlantıdan oluşur. Psikolojik bir terim olmasına rağmen o kadar derine inmek gibi bir niyetim yok. Zaten sahip olduğum mevcut bilgi de buna izin vermez. "Mürekkep lekesinin çağrıştırdığı şey" der, geçerim. En iyisi hiç bulaşmamak. Ben kendi günlük hayatımda kullandığım şeklinden bahsettim. Bunu da bir örnekle açıklayacağım tabiki de. Ama ondan önce bir uyarı yapmak istiyorum. Serbest çağrışımın son derece tehlikeli olduğunu hatırlatır; çocuklardan uzak tutmanızı ve her yerde özellikle de evinizde kullanmamanızı tavsiye ederim. Şimdi size sahip olduğum bu serbest çağrışımı anlatacağım.

İçinizden biri bana Ferhat Göçer dediği zaman, aklıma gelecek ilk şey Freddie Mercury olacaktır. Daha sonra sırayı onun ağlayan ruhu ve sızlayan kemikleri alacaktır. "Yuh! Ne alaka lan." dediğinizi duyar gibiyim. Hatta dediniz ve kulaklarımı çınlattınız. İşte serbest çağrışım böyle bir şeydir. Tehlikeler içerir. Neden böyle bir serbest çağrışıma sahip olduğumu tabiki de açıklayacağım. Konumuz bu zaten. Herbokubilenadam'ın bloğunda izlediğim bir videonun sebep olduğu bir şeydir bu. Bloğunun konusu da tamamen buydu. O, doktordan çakma şarkıcı Ferhat Göçer'e tavsiyelerde bulunuyordu. Bense olayı biraz daha farklı ele almak istiyorum.

Video son derece dehşet vericiydi. Ferhat Göçer, We Will Rock You adlı şarkıyı söylemeye çalışıyordu ve onu izleyen babaanne kılıklı teyzeler de alkışlarla eşlik ediyordu kendisine. Anlatırken kulağa dehşet verici gelmiyor olabilir, hatta hayalgücünüz geniş de olmayabilir. Cesaretiniz varsa izleyin o zaman. Hele bir de o araya giren zurna sesiyle irkilmezseniz sizi tebrik etmekten başka çarem kalmaz. Ama etkileneceğinizi düşündüğüm için panzehirini açıklıyorum: Videoyu izledikten 5 saniye gibi kısa bir süre içerisinde hemen şarkının orjinalini dinleyin. Açıkçası çok işe yaradı. Ruh sağlığım hala yerinde.

Bu görüntüleri İsveçli bilim adamlarının da izlediği ve üzerinde çalışmalar gerçekleştirdiği üzerine bir duyum aldım ve olayı araştırdım. İsveçli bu amcalar şu açıklamayı yapmışlar: "Bu görüntülerin, önce bitkiler üzerindeki etkisini araştırdık. Ekranın önüne koyduğumuz bitkilerin %70' i görüntü bitmeden, kalanı ise görüntüler bittikten 3 saniye sonra çürüdü. Daha sonra köpekler üzerinde denedik ve köpeklerin %95' nin kafalarını duvara vurarak intihar ettiğini gördük. Kalanlardan bir tanesi "O Ferhat Göçer' in önce kıçını ısıracağım, sonra tecavüz edip öldüreceğim." diyerek laboratuardan kaçtı. Interpol köpeğin peşinde. Bütün bu deneylerden sonra bir süre insanlar üzerinde denememe kararı aldık. Ayrıca sadece Ferhat Göçer' i ve ona eşlik edenleri inceleme seviyesindeyiz. Ancak araya giren zurna sesinin, önümüzdeki 100 yıl içerisinde açıklanamayacağını düşünmekteyiz."... Bu açıklamalarından sonra: "Ya! Siz nasıl bir milletsiniz lan. Yüzyıllardır sizinle uğraşıyoruz. Zamanında bize çektirdikleriniz yetmiyormuş gibi bir de bunlarla dengemizi bozuyorsunuz. Zaten dişlerinize de iyi bakmıyorsunuz, sapsarı bir şekilde dolanıyorsunuz. Hala size uygun bir diş macunu bulamamışken bir de bunlarla çıkıyorsunuz karşımıza. Yeter lan. Bıktık ulan sizden." diyerek sözlerine son noktayı koymuş amcalar...

Buradan kendilerine hak vermekle birlikte son sözleri kınadığımı da belirtmeliyim. Kısa süre içerisinde kendilerine ileriki çalışmaları için gerekli olan panzehiri yollamayı düşünüyorum.

Bir an için gözümün önüne bir sahne geldi: Freddie abimiz iskelet şeklinde, başında şapkası ve o evsanevi bıyıklarıyla mezarından çıkar ve stüdyoyu basar; Terminatör II ' de Arnold abimizin binayı saran polisler üzerinde kullandığı ağır makineli ile o stüdyodaki herkesi öldürür. Ferhat Göçer'i de çarmıha gerip ateşe verir. Ne mükemmel olurdu. Neyse yavaş yavaş son noktayı koyalım.

Ben arkadaşım herbokubilenadam gibi kötü bir insan evladı olmadığım için size bu videonun linkini vermeyeceğim. Bir şekilde bulup izlersiniz. Ama tavsiye etmiyorum. Olur da izlerseniz buyrun panzehiriniz hazır. Unutmayın 5 saniye içinde dinlemeye başlamalısınız. Dediğim gibi serbest çağrışım son derece tehlikeli olup, dikkatli kullanılması gereken bir olgudur.

Bir de Serdar Ortaç ve Billie Jean gibi bir serbest çağrışıma da sahibim ki bu konuya değinmek dahi istemiyorum. Değinmek istemediğim bu serbest çağrışımı bana kazandırdığı için de buradan, başka kötü niyetli arkadaşıma da en içten duygularımı iletiyorum... "

Böyle yazmışım vakt-i zamanında... Peki tekrar niye yazdım?... Bu, kötü bir insan olarak nitelendirdiğim arkadaşım aynı videoyu tekrar paylaşmıştır. Arkadaş seçimlerimi gözden geçirmeliyim sanırım...

Neyse bir başka nedeni de: Geçenlerde bir arkadaşımdan öğrendiğim üzere doktordan çakma şarkıcı kişi, çok sevdiğim zifiri şarkısına da el uzatmış ve görevini başarıyla yerine getirerek şarkının içine sıçmış olmasıdır... Bu yüzdendir ki bu yazıyı gün ışığına çıkarmaya karar verdim ve kararımı da uyguladım... Pişman değilim hakim bey...

10 Ağustos 2010 Salı

On The Road...

Bir anda kendimi yollarda, 68 model mustang içinde buluyorum... Hani o filmlerde gördüğümüz, Amerika'nın uçsuz bucaksız yolları vardır ya güneş tepeden hiç eksilmez, ileriye bakınca yoldan buharlar çıkar... Meksika'ya doğru gider yol ya da Teksas'dan başka bir eyalete...

Ama ben Meksika'ya doğru yol alıyorum... Daha önce hiç görmediğim bir yer, hiç görmediğim yollar ve hiç tatmadığım bir his... Bir an için yolun kenarında elinde gitarıyla El Mariachi'yi görür gibi oluyorum. O sırada Tito And Tarantula'dan Strange Face of Love'ın etkisi altındayım... Ama yanılmışım... Yol çöl sakinliğiyle devam ediyor. Ağır ağır güneşin berbat yakıcılığında ilerliyorum... Geniş arşivli music box'ı o barda bıraktıktan sonra elimde kalan tek şey arabanın radyosu ... Kafasına göre çalıyor... Güzel de çalıyor...

Gözüm bir anda yol kenarına takılıyor... Dumanlar çıkan arabasının başında küfürler savuran bir hatun... Ancak durabiliyorum... Geri geri gelirken dikiz aynasından bakıyorum "Acaba hayal mi görüyorum?" diye... Ama gördüğümün hayal olmadığını kısa süre sonra anlıyorum... Bırakıp gittiğim kasabanın en güzel kadını karşımda... Belki de hayatımda gördüğüm en mükemmel varlık... O barda her gece otururken boş tekila bardaklarından birisini sahiplenmek için gelmesini umut ettiğim kadın...

Yardım etmek için iniyorum. Bir anda sanki başka bir dünyadayım... Sesiyle geliyorum kendime ... O sırada radyoda Malcolm Mclaren'den About Her çalmaya başlıyor... Sadece gel diyebiliyorum. Belki de hayatımın en hızlı cevabını alıyorum. Arabaya biniyor. Yüzümde huzurlu bir gülümseme ile direksiyona geçiyorum...

Güneş turuncu rengini almaya başlamışken, kendimi şarkının temposuna kaptırıyorum ve yol alıyoruz ağır ağır...

5 Ağustos 2010 Perşembe

Music Box...

Bir anda o hani herkesin birbirini tanıdığı, sıradan gibi görünen hayatların içinde genelde mutlu olan insanların yaşadığı, Amerikan filmlerinde sık rastladığımız küçük kasabalardan birinde buluyorum kendimi.

Yürüyorum; işimden çıkmış, evde yemeğimi yedikten sonra bir şeyler içmek için her zaman gittiğim barın yolunda... Yolda tanıdığım birkaç kişiyle sohbet ettikten sonra barın kapısından içeriye giriyorum.

Her şey aynı; hiç bir değişiklik yok... Sağdaki barın arkasında duran barmene ve her zaman aynı masalarda oturan birkaç tanıdık yüze selam veriyorum. İçeriye şöyle bir bakıyorum. Bir şeylerin kutlanmadığı günlerin dışında zaten çok dolu olmayan bar, bugün daha da bir boş geliyor gözüme. Sanırım bugün erken geldim.

En arkada üzerinde yarım bırakılmış bir oyun olan bilardo masası duruyor. Onun hemen sol çaprazında hiç bir zaman 12' den isabet ettiremediğim dart tahtası... Onun yanında sırayla eski film oyuncularının bulunduğu tablolar yer alıyor; kimisi elle çizilmiş, kimisi fotoğraf... Ama içlerinde en çok sevdiğim üstü açık, mavi bir Chevrolet' in etrafında toplanmış Marilyn Monroe, Elvis Presley, James Dean'in neon ışıklı tablosu... Bu tablonun biraz ilerisinde duran bir pinball masası; nam-ı diğer tilt masası... bir gün evime alacağım bunlardan.

Ve solumda barın en çok sevdiğim eşyası: Geniş bir arşive sahip music box... Ben kutuya doğru yönelirken barmen her zaman oturduğum masaya bir şişe tekila ve birkaç bardak koymuştu bile. Cebimden bir çeyreklik çıkarıp atıyorum kutuya. Bir süre düşündükten sonra Smith'ten Baby it's you'yu seçiyorum ve masama doğru yöneliyorum. Şarkı sözlere girmeye başladığında ben ilk shotımı yapmış bulunuyorum...

Eğer masada sahipsiz duran boş bardaklardan faydalanmak istiyorsanız yapmanız gereken tek şey, music box'a bir çeyreklik atıp bir şarkı çalmanız...

1 Ağustos 2010 Pazar

Ali Topu Tut...

Geçenlerde birini ders çalıştırırken bir soruyla karşılaştım. Geçenlerde dediysem -ki dedim. - sanırım şubat-mart gibiydi...

Hani şu mod soruları vardı ya; "Doktor nöbetini en son şu gün tutuyor, şu nöbetini kaçıncı gün tutar?" gibilerinden olan sorular...

Karşılaştığım soru bambaşkaydı. Tam hatırlamıyorum ama genel hali şu şekildeydi: "Ali en son şu gün sevişmiştir. Şu kadar günde bir seviştiğine göre, şu kadar saat sonra hangi gün, saat kaçta sevişir?"... Soru aynen böyleydi...

Ben Ali'yi en son bıraktığımda kendisi top atan, atılan topu tutan, atlara bakan bir çocuktu. Burada o iğrenç, zeka unsurundan yoksun, belaltı espriyi yapmıyorum, kastettiğim de bu değil zaten. Bu tarz epsriler yapmadığımı beni tanıyanlar bilir.

Neyse Ali topla oynayan, atlara bakan, boş zamanlarında harçlıklarının bir kısmıyla fındık fıstık alıp, gerisini biriktiren biriyken, sevişen bir insan olmuştu. Üstelik sorunun cevabına (pazar/06:20) göre sabah seksini seven birine dönüşmüştü. Zamanın su gibi akıp geçtiğinin hepimiz farkındayız. Büyüdüğümüzün de... Ama bu durumdan kaçınırız, görmezden gelir ve kafalarımızı başka yönlere çeviririz; fakat bu soruyu görünce kafamı başka bir yöne çeviremedim.

Hayatı boyunca top atıp tutacağını sandığım Ali bile büyümüştü. Korkunç gerçekle yüz yüzeydim; ama benim merak ettiğim, kafamda sorular silsilesine neden olan başka bir konu var. Ali' yi en son gördüğümden bu yana neler olmuştu?

İlk aşkı; ılık süt içen Işık mıydı, yoksa ip atlayan İpek miydi ya da dağda, bayırda gezen Ayşegül ile görücü usulü evlilik mi yaptı? Evlendi mi Ali ya da yaşadıklarından sonra evlilik fikrinden vaz mı geçti? Okumaya devam mı etti, yoksa okulu bıraktı mı? Lisede zayıfı geldi mi? Geldiyse babası, onu okuldan alıp tamircinin yanına vermekle tehdit etti mi? Hiç takdir, teşekkür aldı mı? Özel okulda mı okudu yoksa devlet okulunda mı? Üniversiteyi kazandı mı? Kazandıysa kaçıncı denemesinde kazandı? Yurtdışına çıktı mı hiç? Hangi şehirde yaşıyor? Top atıp tutmadaki yeteneğini kalecilik yaparak değerlendirdi mi ya da atlara olan ilgisini at yarışı oynayarak bir kazanca çevirdi mi? Harçlıklarından arttırdığı paralarla tekel bayii açıp, parasının 3'te 1'i ile fındık fıstık alan çocuklara örnek olmayı denedi mi? Hangi takımı tutar Ali? Hayatında hiç kavga etti mi? Çocuğu var mı Ali'nin? Hayat görüşü, inancı ne? Oy kullandı mı, kullandıysa hangi partiye attı? Referandumda evet mi diyecek; yoksa hayır mı? Ne tür müzik dinler? Kitap okur mu, hangi filmler favorileri, uğurlu sayısı ne? Aşkı uğruna bir şeylerden vazgeçti mi hiç? Hayalleri neydi, ne ile uğraşmak istiyordu, neyle uğraşıyor şu anda?

Sorular yine sardı dört bir yanımı...

Uzun lafın kısası; top oynayan, atlara bakan, harçlıklarıyla fındık fıstık alan ve büyüyeceğini asla tahmin etmediğim Ali, sevişen bir adama nasıl dönüştü? Hikayesi nedir? En son görüştüğümüz zamandan bu yana geçen zaman zarfında olup bitenleri öğrenmek istiyorum. Bir gün Ali ile buluşup hikayelerimizi karşılaştırmak, boşlukları doldurmak istiyorum. Evet bunu cidden istiyorum. Belki içen biridir. Bir-iki tek atarız kendisiyle...

Ayrıca son bir sorum var: Hey, Ali! Have you ever seen the rain?...