12 Ekim 2010 Salı

Vicdanım Kesinlikle Rahat; Ama Beni Rahatsız Eden, Bir Vicdanımın Olması...

Nereden nasıl başlasam diye düşünüyorum... İşin içinden çıkamayacağımı anladığım için de uçuşan düşünceleri geldiği gibi yazayım diyorum.

Birkaç gündür güne benim için erken sayılabilecek bir saatte ve güzel bir şekilde başlıyorum. Her an en ufak bir şeyin bu güzelliğini de bozacağını bildiğimden ne haber izliyorum, ne gazete okuyorum ne de Twitter'da her yazılanı okuyorum. Zaten birkaç uğraşım da olduğu için de bunlardan kaçabilmem kolay oluyor.

Şimdi diyeceksiniz ki "Ne olacak lan, olan bitenden? Bak dalgana." Bunu yapabilen bir insan olsaydım şu durumda olmazdım sanırım.

Beni bu yazıyı yazmaya iten birçok şey var aslında. Karamsarlığımdan tutun da oturduğum yerden ahkam kesen olduğuma kadar eleştiriler alıyorum etrafımdakilerden. Kaldı ki bunları ben de biliyorum zaten. "Ulen takip etmeyin, okumayın o zaman." deyip kestirip atabilirim. Ama her ne kadar insanların ne düşündüğü umrumda olmasa da -aslında bazılarının önemli- bir şekilde açıklama yapmak istedim. Açıklama yapmaktan ziyade bir sürü birbirinden alakasız konuyu aktarmak. Bunu da yapma nedenim, açıklamadan ziyade bana bu eleştirileri yapan insanları anlamamamdır.

Aslında şu anda garip bir ruh hali içerisindeyim. Ne mutlu ne de mutsuz... Mutlu olmam gibi görünüyorken genele baktığımda bundan çekinen bir durumdayım. Neyse güzel başladığım bugün şu malum kedi olayıyla kötü bir şekilde bitmek üzere...

Çok sık kullandığım bir aforizma vardır: "L'enfer c'est les autres." (Cehennem başkalarıdır.) der Jean-Paul Sartre... Bu laftan ne çıkarırsınız edersiniz bilmiyorum; ama benim çıkardığım şey, her gün gözlerimi açtığım yerin bir cehennem olduğudur...

Kim ne derse desin, ne sıfat yakıştırırsa yakıştırsın benim için bu durumu kimse değiştiremez. Ancak çok bahsedilen tanrı denen varlık yapabilir ki ona da inancımı kaybedeli çok uzun zaman oldu...

Anlamadığım, etrafında olup bitenlere rağmen hala insanların, tanrı, cennet, cehennem gibi kavramları tartışması ve bunlara inanması. Zaten inanç denen şeyin hep zayıflıktan, zor anında bir şeylere sığınma isteğinden oluştuğunu düşünmüşümdür. Cennet ve cehennem kavramının ise adalet arayışında olanların züğürt tesellisinden başka bir şey olmadığını düşünmekteyim. Şu anda cehennemde yaşıyoruz zaten. İnsanlar bunun nasıl farkına varamaz ki?

Yediğimiz, içtiğimiz, sıçtığımız, acı çektiğimiz, zevk aldığımız, hata yaptığımız ve bu hataların cezasını çektiğimiz yer burası; dünya dediğimiz yer... Bu dünyada doğuyoruz ve bu dünyada ölüyoruz. Durum böyleyken nasıl burada yaşadıklarımızı cennet ve cehennem kavramıyla göz ardı edebiliriz ki?

Özellikle de ben insan olarak yaşamaya çalışırken, kendini bilmez bir yaşam formuyla nasıl aynı kefeye konulabilirim? Benim güzel başlayan bir günümün içine sıçmaya ne hakkı var? Eğer bunu yapıyorsa ben, cezasını çektiğini burada görmek isterim.

"Linç edelim, öldürelim." demiyorum. İçimde bunu isteyen bir başkası var, evet! Ama mümkün olduğunca kontrol altında tutmaya çalıştığım bir başkası...

Tek istediğim bir şekilde cezasını çektiğini görmek. Ben nasıl bazı duygularımı bastırmak için götümü yırtıyorsam, bunu yapamayan veya yapmayan insanların da cezalarını çekmesini görmek de hakkımdır... O adam cehenneme gidecek, bense kendi değer yargılarımla yaşayabildiğimden inanma gereği duymadığım için cehenneme gideceğim. Eğer durum böyleyse şimdiden ayırtın yerimi. Şu saatten sonra sikseler de inanmam. Sadece bu yaşam formlarının cezalarını çekmelerini istiyorum. İster çok savunduğunuz ve benim zerre kadar inanmadığım ilahi adalet olur ister hukuk sistemiyle olur... Nasıl yaparsınız bilmem ama bir şekilde yapın.

Eğer bir şeyler cezasız kalıyorsa, canı yananlar bir şekilde kendi adalet arayışlarını gerçekleştireceklerdir böyle giderse. İşte o zaman işin içinden çıkamayacaksınız... Bakalım o 300 liraya saldıkları yaşam formunu nasıl koruyacaklar? Cidden çok merak ediyorum...

Bu, bugünlük bir olaydı... Bu olayları çoğaltabiliriz. Siirt'teki, Mardin'deki tecavüz olayları ve iyi halden serbest bırakılan başka yaşam formları, kendileriyle resmen dalga geçen kişileri hala destekleyen, evrim piramitinin en üst basamağında yer almamızı sağlayan beyin denen kıvrımlı organını kullanmaktan aciz başka yaşam formları vs... Yaşadığım ülkeden yola çıkarak dünya geneline baktığımızda da bu örnekler çoğaltılabilir.

Vicdanım kesinlikle rahat; ama beni rahatsız eden, bir vicdanımın olması. Hal böyleyken, bu şekildeyken ben dalgama bakamıyorum arkadaş... Bakmayı isterdim. Ama yapamıyorum ve sırf bu yüzden karamsar damgası yiyeceksem zerre umrumda olmaz. İyimser olmak için tek bir neden bile yokken ortada ve olmayacağını da bildiğim halde ne bokuma umut taşıyayım ki?

Hea, oturduğun yerden ahkam kesme kısmına zaten katılıyorum sonuna kadar ve beni rahatsız eden bir konu ayrıca... Ama hiçbir şey yazmasam da kafayı yiyeceğimi biliyorum. Yani bir şeyleri eleştirmekten ziyade kendimi rahatlatmak için yazıyorum. Bu da benim bencilliğim olsun... O kadar da idare edin...

1 yorum:

  1. Umut taşımayışın n.ş.a da çok normal zaten! Bişeyleri kendi çapında da olsa düzeltmek için götünü kaldırsaydın umudun olurdu ve hayatta güzel şeyler olduğunu da görürdün... Yapabileceğin o kadar çok şey var ki! Belki bi öğrencine yada herhangi bi insana söyleyeceğin bir cümle onun bi kıza tecavüz etmesine engel olacak ! Kendine gel heyy ! Bu hayatta, bahsettiğin yaşam formlarından daha aşağı bi düzeyde bence dalgasına bakanlar, 5 duyu organını kapatan duyarsızlar...

    YanıtlaSil