11 Temmuz 2011 Pazartesi

Fenerbahçe Ve Şike...

İmza: Galatasaraylıyım...

Bu uyarıyı önce yaptım ki yazıyı ona göre okuyun. Bu uyarıdan sonra söylemek istediğim birkaç şey daha var.

Öncelikle belirtmek isterim ki Fenerbahçe taraftarının bir şeyine uyuz oluyorum: "Sürekli biz renklere aşığız, kupalara değil." deyip deyip duruyorlar. Ulen biz malzemeciye mi aşığız amına koduklarım?

Bu son derece holigan girişten sonra biraz daha yumuşayarak devam etmek istiyorum yazıya...

Çok sevdiğim bir dostumun -her ne kadar görüşmüyor olsak da- bir yazısını okudum.

"Başkalarının lekelerini bana emsal göstermeyin." diyordu kısaca... Ama bunu derken örnek gösterdiği cümle öyle bir cümle ki bir yarasını gizlemeye çalışmış gibi geldi bana... Evet birçok Fenerbahçeli vakt-i zamanındaki 8-0'lık Ankaragücü maçını örnek gösteriyor. O sene Ankaragücü her ne kadar kova takım durumunda olsa da bir Galatasaraylı olarak bunu kabul ediyorum. Ama kurduğu cümlede verdiği örneklerden birini yaklaşık 30 milyon Fenerbahçe taraftarı arasından sadece 3-5 kişi örnek verir ki nitekim o da onlardan biri... Sırf o örnekten dolayı "Onlar da yaptı kabak bize patladı; ama yine de bunu örnek göstermeyin." yakarışı varmış gibi geldi bana...

Kendisine buradan selamlarımı göndererek konuya giriş yapıyorum ufaktan...

Aklıma gelmişken bir şey daha söylemek istiyorum: Bu şike haberlerini verirken Ntv Spor, Ümit Karan için ısrarla eski Galatasaraylı futbolcu deyip deyip durdu. Bunun bilerek, isteyerek ve taraf tutmak amaçlı yapıldığı çok açık... Bunu da belirtmeden geçmek istemedim...

Neyse geçen hafta uyuyorken kardeşim tarafından şiddet içerikli bir şekilde uyandırıldım. Televizyona baktığımda şike operasyonunun düğmesine basmış birileri...

Haberi görür görmez ve idrak eder etmez -ki bu çok kısa sürede gerçekleşti- ağzımdan çıkan söz öbeği şuydu: "İyi ki bu sene bir iddiamız yokmuş. Olsaydı biz de güme giderdik." oldu. Nitekim öyleydi de...

Şu durumda her ne kadar kabak Fenerbahçe'ye patlamış olsa da birçok takımın şike yaptığı zaten bildiğimiz bir şeydi... Takım ayırmaya etmeye gerek yok. Hiçbirimiz saf duygularla takımını destekleyen çocuklar değiliz artık!

Adam kayırmalarıyla meşhur ülkemizde futbol gibi ilgi gören ve büyük paraların döndüğü bir alanda kimse bana masum numarası yapmasın. Harcadığı enerjiye yazık olur.

Başlarda her Galatasaraylı gibi özellikle de bu sene geçirdiğimiz berbat sezondan sonra, bi' de üstüne Fenerbahçeliler'in kümede kal geyiklerinden sonra Fenerbahçe'nin küme düşmesini istiyordum. Ama yazılanları, çizilenleri ve hatta şu blogu yazarken çıkan kararı göz önünde bulundurunca amacın şike yapılıp yapılmaması olmadığını düşünen taraftayım...

Bu olaylar patlak verdiğinde "Aziz Yıldırım bir şekilde kıçını kurtarır, olan Fenerbahçe'ye olacak; siz hala "Aziz Yıldırım masumdur." diyorsunuz. Sizin kafanıza sıçayım ben!" diye bir tweet yazmıştım. Alınan kararlara bakınca durumun tam tersi olduğunu görüyoruz. Nitekim bu operasyonun amacı şike olsaydı gerçekten dediğim gibi bir sonuç olurdu. Durumun ters sonuçlanması operasyonun amacının şike olmadığını göstermektedir.

Amaç çok açık bir şekilde Aziz Yıldırım'ı -kendisini sevmediğimi de belirteyim- indirmekti. Kısacası "Futbolu şikeden temizleyeceğiz." diyerek yola çıkanlar, bu ağır abiler yerine kendi adamları olan ağır gibi görünmeyen ama diğerlerinden daha ağır olan başka abiler getirerek futbola siyaset karıştırma niyetindeler... Kaldı ki başlı başına pislik bir şey olan siyaset ile bi' bok temizlenmez.

Futbolu emelleri uğruna kullanacaklar.

Kısacası şikeyi meşrulaştıracaklar. Aldıkları karar da bu yönde zaten.

Evet, Fenerbahçe'nin düşmesini istemiyorum. Bir nevi vicdan meselesi... Ama bütün bu olanlar hatta Aziz Yıldırım'ın şu anda cezaevinde olması ortada şike olduğunun bir göstergesi...

Peki alınan karar Nisan'da çıkardıkları yasaya niye ters? Adı bu olaylara karışan kulüplerin dışındaki kulüplerin, kasalarına girecek parayı kaybetmemek adına, başkanının şike yapmasından dolayı içeride yatan Fenerbahçe'nin yanında yer almaları başlı başına bir şike değil mi zaten?

Tekrar söylüyorum: Ben Fenerbahçe'nin küme düşmesini istemiyorum. Ama olan olaylar daha doğrusu sergilenen oyun cidden komedi. Başlı başına safsata...

Başka planları olan abilerin "Minareyi çaldım, kılıfını da hazırladım." olayıdır bu gördüklerimiz.

Futbolu temizlik adı altında daha da kirletecekler.

Asıl örgütlenme yeni başlıyor beyler!

Ve evet, hiçbir şey ne yazık ki eskisi gibi olmayacak...

6 Temmuz 2011 Çarşamba

İş...

Saat çaldı gözlerini açtı. Saat kurmak eski bir alışkanlığıydı. İşi kabul ettiğinden beri gözleri, uykunun ne demek olduğunu unutmuştu. Buna rağmen saat kurma alışkanlığı gibi her gece uyuyor numarası yapıyordu.

Aslında geceleri de çalışabiliyordu. Ne zaman iş çıkacağı belli değildi. Yıllar geçmesine rağmen hala tam olarak alışamamıştı.

Yaptığı işle adı da çıkmıştı zaten. Herkes zalim gözüyle bakıyordu kendisine...

Bu düşüncelerle yataktan çıktı. Banyoya gitti. Ilık bir duş her zaman işe yarardı.

Kahvaltı etmeyi eskiden sevdiği için bu alışkanlığından asla vazgeçemiyordu. Her ne kadar eski tadı alamasa da güzel bir kahvaltı ve iyi demlenmiş sıcak bir çay gibisi yoktu.

Çay demlenirken posta kutusuna yöneldi. Gazeteleri ve iş planını aldı. İş planına bakmak yerine gazetelere şöyle bir göz atmayı tercih etti.

Spor sayfasından başlamak en iyisiydi onun için... 3. sayfa haberlerinden oldum olası nefret ediyordu. Asla okumazdı; nitekim yine okumayacaktı.

Kahvaltısını yapıp çayını içtikten sonra gazetenin tamamını gözden geçirdi. Fazla vakti yoktu.

Gazetelere baktıktan sonra iş planına baktı. İş planı bir çeşit listeydi. Varlıklarına el konulacak insanlar silsilesi... Her isim bir sürü küfür demekti. Yiyeceği küfürlerin ne kadar yaratıcı olacağı düşüncesiyle giyindi.

Dışarı çıktı. Güzel bir hava vardı ve ilk adrese doğru giderken tadını çıkarmaya kararlıydı.

Bu işi nasıl oldu da kabul etmişti. Her şey hayal meyaldi. O güne dair hiçbir şey hatırlamıyordu. Yüzyıllar geçmiş gibiydi...

İlk zamanlarını hatırladı. Gözyaşlarını tutamamıştı ilk görevinde... Karşısındaki adam bunu timsah gözyaşları olarak tanımlamıştı. İçi acımıştı resmen... O an işi bırakmayı bile düşünmüştü. Bir şekilde vazgeçirmişti iş arkadaşları... Birilerinin bu işi yapması gerektiğini söylemişlerdi ona...

İlk kez o gün küfretmişti patronuna... Patronu da biliyordu durumu... Ama bilmesi zerre umrunda değildi. Patronunun kendisini lanetlediğini, anlamadığını ve asla da anlamayacağını düşünüyordu. Aralarında soğuk savaş vardı.

Zamanla alışmıştı. Daha doğrusu alışmış görünmeye çalışıyordu.

Şu ana kadar kendisini anladığını düşündüğü tek kişi 9 yaşlarındaki bir oğlan çocuğuydu... Daha gözyaşlarını tutamadığı zamanlardı... Çocuk ona; üzülmemesini, sadece kendisine verilen görevi yaptığını, bu yüzden kendisini suçlamamasını söylemişti.

9 yaşında bunları söyleyen bir çocuğun umutlarını yok etmek düşüncesi onu delirtiyordu. Birçok ailenin onun yüzünden dünyası yıkılmıştı.

Bir keresinde de gittiği evlerden birinde 70'inin sonuna yaklaşmış bir kadınla karşılaşmıştı. Adam kendisine küfürler yağdırırken, kadın ona "Hayatı boyunca huysuz bir adamdı. Bakma sen ona, böyle olacağı uzun zamandır belliydi. İşini yapmaya devam et sen." demişti.

Kendisine küfürler yağdıran adama hak vermişti. Bu gibi durumlarda hak verdiği genelde kendisine küfür edenler oluyordu. Kendisini, onların yerine koyunca hak vermemek için zalim olmak gerekiyordu. Gerçi hak verse de zalimdi ya...

İnsanların varlıklarını, yıllarca biriktirdiklerini ellerinden almak kolay değildi. Ama yaptığı buydu...

Bu işin en pis yanı da daha önce bu durumdan kurtulanlara yaptığı 2. ziyaretlerdi... Bu iki ziyaret arasıdaki zaman dilimi insanlar için 2. şanstı... Bazıları bu şansı iyi kullanıyordu, bazıları ise bu şansın farkında bile değildi... Bazılarının ise bu şansı kullanacak kadar vakitleri bile olmuyordu.

Bu şansın farkında olmayanlara 2. ziyareti, belki de en acımasız olduğu zamanlardı. İşte bir tek o zamanlarda sadece işini yapıyordu hiç düşünmeden... İyi kullananlar ise gerçekten canını acıtıyordu. Fırsat bulamayanlar için ise kesinlikle bir tanımlamada bulunamıyordu.

Bu düşünceler eşliğinde ilk adrese gelmişti. Müstakil bir evdi. Daha vakti vardı. Evin etrafında şöyle bir dolanmak istedi. Yıkacağı yuvayı incelemek istiyordu. Böylece kendisinden daha kolay nefret edebilecekti.

Arka bahçede genç bir anne, oğluyla oyun oynuyordu. Onları izledi bir süre... Çok mutlu görünüyorlardı. Onları birazdan olacaklar konusunda uyarmak düşüncesinin aklına gelmesiyle yok olması çok kısa sürdü. İçinde bulundukları kısa süreli mutluluğun mümkün olduğunca uzun sürmesine izin vermek istedi.

Onlarla çok zaman sonra tekrar karşılaşacaktı. Bu karşılaşma, buraya gelirken kafasından geçen düşünceler arasındaki 2. şans'tan farklıydı...

Çocuğu seyrediyordu. Hayatı birazdan belki de hiç düzelmemek üzere değişecekti. Kadına baktı. Olacakları atlatacak gücü taşıyordu; ama bu gücü kullanabilecek miydi?

Kadınla çocuğu izleyen sadece kendisi değildi. Evin 2. katından onları izleyen adamı gördü. Kadınla göz göze geldiğinde hüzünlü bir gülümseme belirdi adamın yüzünde...

Adama, birazdan olacaklar için kızmaya başlamıştı. Adamın onlara bunu yapmaya hakkı olmadığını düşünüyordu.

Vakit gelmişti artık. Evin ön tarafına geçti. Birazdan beklediği o acı dolu silah sesi duyulacaktı. O sırada üst katta olması gerekiyordu. Çünkü onun adı Azrael'di ve her ne kadar nefret etse de işini yapmak zorundaydı...

Üst kata çıktı. Adamın karşısında duruyordu. Müdahale etmemek işinin tek kuralıydı. Adamla göz göze geldiler ve son derece duygusuz bir sesle "Vakit geldi?" dedi. Adam "Niye bu kadar geciktin?" diyerek karşılık verdi. Duymamazlıktan gelerek aynı duygusuzlukla "Hazır mısın?" dedi. Adam "Bütün hayatım boyunca her an hazırdım." dedi ve tetiği çekti.

Önce adamın bencilliğine küfretti. Sonra ruhunu bedeninden çıkardı ve serbest bıraktı. Birazdan ruhu teslim alacak kişi damlardı. Ne onunla ne de kadın ve çocukla karşılaşmak istemiyordu.

Evden çıktı ve bir sonraki adrese doğru yola koyuldu her zaman yaptığı gibi patronuna küfürler savurarak...