2 Ağustos 2011 Salı

Futbol...

İnsanlar ikiye ayrılır benim nezdimde... İlk grup, futbolun asla sadece futbol olmadığını düşünenlerden; 2. grup ise futbolun 22 adamın bir topun peşinden koşması olduğunu düşünenlerden oluşur.

Bana göre ikisinin ortası yoktur. Ortada olanları hiç düşünmeden, yargısız infaz yapıp 2. gruba sokarım ve bunu yaparken gözlerinin yaşına dahi bakmam.

Çok keskin bir giriş olduğunun farkındayım ama benim gerçeğim bundan ibarettir.

Çok uzun zamandan sonra yaklaşık 2 aydır her hafta düzenli olarak halı saha maçı yapmamın bu keskin girişe katkısı yadsınamaz.

Futbolu delilik derecesinde seven bir insan evladıyım... Oynamak, seyretmek, pc oyunlarında yönetmek vs. aklınıza ne geliyorsa çok sevdiğim aktivitelerdir.

Kaç yaşında futbol oynamaya başladığımı hatırlamayacak kadar küçük yaşta başladım futbol oynamaya... Taş, ezilmiş kola kutusu, balon diye tabir edilen plastik top, 3 katlı kames, futbol topu (dikişli, dikişsiz, mikasa, fevernova, total 90) vs. hepsiyle oynamışlığım vardır.

Hatta bu tutkumu bilen eski sevgililerden birinin aldığı Nike Total 90 hala evde baş köşededir.

Zaten sokaklarda büyüyen, mahalle maçı kavramının ne olduğunu bilen kuşakların son temsilcisi olduğumuzu düşünürsek futbolun bizim kuşaktaki yeri tartışılamaz.

Hasta olsam bile maç denildi mi kadrodaki yerimi hep alırdım. Hayatım boyunca geri çevirdiğim maç sayısı bir elin parmaklarının sayısının yarısından bir fazlasını geçmez. Hesaplamakla uğraşmayın bence... Sonuçta demek istediğimi anladınız.

Futbolcu olmak içimde kalan bir uktedir her zaman ve hep de öyle olacak. İlkokulda Taner Hoca, babamı çağırıp "Poyraz'a lisans çıkaracağım." dediğinde dünyalar benim olmuştu; ta ki annemin (tam burada yüzümü buruşturup sesimi incelterek anne taklidi yaptığımı düşünün) "Olmaz anadolu lisesi sınavları var." dediği ana kadar...

Sevincim, golü attığı dakika içerisinde kendi kalesinde gol gören takımın sevinci kadar kısa sürmüştü ne yazık ki...

İlkokul 5'te herkese takdir teşekkür dağıtarak hakkımı yediğini düşündüğüm ilkokul hocasına herkesin önünde bağırıp çağıran bir velet olan ben, annemin ve onu onaylayan babamın aldıkları karar karşısında tek kelime edememiştim.

Mahalle maçlarının, evdeki koridor maçlarının, salon maçlarının, halı saha maçlarının, sınıf turnuvalarının, okul turnuvalarının hiçbiri beni tatmin etmedi, etmeyecek de... Bu aşikar...

İçimde her zaman olacak olan tatmin edilmemiş bu futbol tutkusu bende başka duygulara sebep oluyor.

Şimdiki aileler çocuklarını ellerinden tutup götürüyorlar futbol okuluna... Bir umut belki sporcu olur diye... Her ne kadar bu durum başka tartışma konusu olsa da o çocukları kıskanıyorum. Bunu hiçbir şekilde inkar edemem.

Keşke benim ailem riske girmemek için topu taca atan defans oyuncusu gibi davranmasaydı. Topu kontrol edip şöyle bir oyuna baksalardı. Şayet dediğim gibi davranmış olsalardı bugün bu hayalimi gerçekleştirmiş olurdum.

Kusura bakmayın ama bu konuda mütevazi davranmayacağım. Bugün en sık duyduğumuz klişedir "Ben futbolcu olsaydım şundan daha iyi oynardım." lafı... Ama bu konuda hep kendime güvendim. Her şeyi geçtim sırf bu aşırı isteğim bile beni orta sınıf bir futbolcu yapardı. Bugün örneklerini görüyoruz zaten.

Her ne kadar annem şu anda, gole giden adamı düşürmeyen defans oyuncusu pişmanlığını yaşasa da iş işten çoktan geçti. Anneme fair play ödülü vererek yazıya devam ediyorum.

Az önce bahsettiğim kıskançlık duygusunun yanında ortaya çıkan diğer bir duygu da öfke... Yok yok, aileme karşı değil. Şike olaylarından bahsediyorum.

2 hafta önceki halı saha maçında uzun süredir fark yediğimiz takımı yendik. Sağ dizim feci ağrıyordu maçtan sonra. Ayağımın üzerine basamıyordum. Nitekim söylediğim şey "Kazandık, yemişim dizimi." olmuştu. Şimdi ben oynamak için para almıyorum, üzerine bir de para veriyorum.

Ama diğer tarafta benim hayalimi yaşayan, normal bir işte çalışıp kıçlarını yırtsalar dahi hayatları boyunca kazanamayacakları paradan fazlasını 1 yılda kazanmalarına rağmen bu paranın 10'da 1'i için şike yapan alt basamak yaşam formları var. Ben bunu anlamıyorum arkadaş. Ve bunu kimse de bana anlatamaz.

Tuttuğun takımın maçını izlerken, kritik bir anda gol kaçıran futbolcuya kendini tutamayıp küfredersin ya hani; işte ben bu heriflere o küfürlerden çok daha ağırlarını ediyorum.

Benim hayalimi dürüst bir şekilde yaşamadıkları için, kendilerine verilen fırsatı ellerine yüzlerine bulaştırdıkları için, hiç değilse izleyerek keyif aldığım bir şeyin içine sıçtıkları için küfrediyorum bu adamlara...

Ve benim adalet anlayışımda bu heriflerin cezası müebbet hapistir... Söyleyeceklerim bu kadar hakim bey...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder