7 Temmuz 2010 Çarşamba

Strip Poker...

Adam çeşmeyi açtı. Elini yüzünü yıkadı ve aynaya uzun süre baktı fondaki su sesiyle. İdam sehpasına doğru yürüyen bir mahkumun hissettiklerini düşünüyordu. Bu duyguyu sadece düşünmekle yetinmişti. Hiç idam edilmemişti ya da böyle bir ceza almamıştı; ama bir şeyin farkında değildi: Hayatının her alanında idam cezalarıyla karşılaşmıştı, hayatında yüzlerce kez idam edilmişti. Düşünmeye çalıştığı duygu, aslında en tanıdık olduğu duyguydu... Çeşmeyi kapadı. Elini kurulayıp kurulamamakta tereddüt yaşadı. Kartları nasıl tuttuğunun pek bir önemi yoktu. Nasıl olsa sonucun baştan belli olduğu bir oyunu oynayacaktı. Yine de belki diye içinden geçirerek ellerini kuruladı. Ama yüzünü kurulamak istemiyordu. Nefessiz kaldığı anda bir balık gibi hücrelerinin, yüzündeki su moleküllerinin oksijen atomunu ayrıştırıp kullanabileceğini umut ediyordu. Banyodan çıktı. Işığı kapatıp kapatmadığını düşündü. Şu anda önündeki oyun dışında her şeyi düşünebilirdi.

İçeri girdi. Masadakileri gözden geçirdi. Boş sandalyenin karşısında annesi, annesinin solunda babası, sağında ise ana okul öğretmeni oturuyordu. Fazla incelemeden kendine ayrılan yere oturdu. Oturduğu sandalye, masada sahibi hiç değişmeyecek olandı. Kısa süre içerisinde kartlar dağıtıldı. Pokeri yakın çevresindekilerle parasına oynamayı severdi; ama bu seferki farklıydı. Kartları dağıtan annesiydi. Adam ilk eldeki şanssızlığının devam etmemesini umdu. Babası "Pas." dedikten sonra kendisi de "Pas." dedi. Bunu ana okul seviyesindeki bir çocuğun sesiyle söylemişti. O anda o halinin masada oturduğuna iddiaya bile girebilirdi. Eğer odada bir ayna olsaydı bu iddiaya girmekte ne kadar haklı olduğunu görebilirdi... Ana okul öğretmeni "Devlet okulu." diyerek oyunu başlattı. Annesi bunu hemen görerek "Özel okul." dedi. Kartlar alındı ve eller açıldı. Anne kazanmıştı. Kartları dağıtma sırası babasındaydı. Solunda artık anaokulu öğretmeni değil de ilkokul öğretmeni oturuyordu. Eli ilkine göre fena değildi. İlkokul 3.sınıf öğrencisinin sesi ve görüntüsüne sahip bir şekilde "Tenis oynamak istiyorum." diyerek oyunu başlattı. İlkokul öğretmeni buna "Futbol." diye karşılık verdi birkaç saniye düşündükten sonra. Anne hiç bekletmeden "Satranç." dedi. Baba onaylamaz bir ifade ile "Tabi ki basket." dedi. Kart isteme ve dağıtma işi bittikten sonra bu elde şansın babanın yanında olduğunu gördü. Kazanacağını düşünmemişti zaten. Bu sefer kartları kendisi dağıttı. Masadakilerde bir değişiklik yoktu. İlkokul öğretmeni oyunu "Keman çalmalı." diyerek başlattı. Anne bu sefer daha sakin bir şekilde "Piyano çalacak." dedi. Baba sesindeki istekli havayı bastırmaya çalışarak "Saksafon." dedi. İlkokul 5 öğrencisi olarak sesi biraz daha kararlı çıkmıştı: "Gitar çalmak istiyorum."... Diğer iki ele göre daha hızlı bir oyun olmuştu. Kazanan öğretmendi...

Çocuk kolalı yakasını parçalamak istiyordu. Elini boynuna götürdüğünde yaka yerini kravata bırakmıştı. Masadan kalkan öğretmenin yerinde de dedesi oturuyordu. Dede kartları dağıttı. Sıra bu sefer annedeydi; kısa ve öz: "Özel lise." dedi. Baba "Kazandığı liseye gidecek." dedi. Bu cevaptan memnundu. Bu oyunda biraz daha şansı vardı. Babası kazandığında kendisi de kazanacaktı. Bunu düşünerek "Kazandığım lise." dedi. Dede tereddütsüz ve sert bir sesle "Askeri lise." dedi. Kendisini şanslı gördüğü bu eli kazanan anneydi. Oyun giderek sıkıcı bir hal almaya başlamıştı. Artık 18 yaşındaki haliyle masada oturuyordu. Şu ana kadar hiçbir eli kazanamamış olması bir yana, artık suratı da sivilce doluydu. Dede de yerini ablasına bırakmıştı. Kartlar dağıtıldı. Baba içkisinden bir yudum aldıktan sonra "Tıp okuyacak." dedi. Artık oyunda kazanmaya başlaması gerektiğini biliyordu. Bunun baskısı ve çatallı ergen sesiyle "Sahne sanatları." dedi. Abla hiç düşünmeden "Eğitim fakültesi." dedi. Anne "Hukuk." diyerek oyunu devam ettirdi. Zorlu oyun sonrası kazanan el babaya aitti...

Yavaş yavaş bunalmaya başlamıştı. Kalkıp gitmek istiyordu ama taşıdığı, kaybeden bir kumarbazın kazanma umudu buna izin vermiyordu. Tıp okuyan bir öğrenci suretiyle masada otururken ablasının yerini de ilk sevgilisi almıştı. Babası kartları dağıttı. Şöyle bir eline baktı. Hiçbir ağırlığının olmadığı bu oyundan kaçma isteği etkisini göstermiş olacak ki "Eğitimimin bir kısmı için İtalya’ ya gitmek istiyorum." dedi. Amacın eğitim olmadığını kendisi de çok iyi biliyordu. Sevgilisi "Gitmeni istemiyorum." diyerek karşılık verdi. İkisine anne "İngiltere." baba ise "Fransa." cevabını verdi. Kazanan sevgilisiydi. Masaya zincirlenmiş gibi hissetti kendisini; ama oyun devam ediyordu tüm acımasızlığıyla. 27 yaşlarındaki haliyle masadaydı bu sefer. İlk sevgilisi ise yerini aşık olduğu tek kadına bırakmıştı. Zaten hayatındaki kadınlar bir elinin parmaklarını geçmiyordu. Şöyle bir baktı. Onu gördüğü ilk günkü kadar güzeldi. Onu izleyerek dağıttı kartları. Kadın "Bırakacağız bu oyunu, herkesten uzakta kendi evimizde birlikte yaşayacağız." dedi. Annenin oyuna sürdüğü bahis hiç gecikmedi: "Aile dostlarımızdan birinin kızıyla evleneceksin."... Babanınki de çok hızlı olmuştu. Karşısındaki kadını göstererek "O tiyatrocuyla evlenmeyeceksin." dedi. Şu ana kadar oynanan oyunlar içinde en iyi ele sahipti. "Evleneceğim." dedi eline güvenerek. Sevdiği kadının, her ne kadar evliliğe karşı da olsa kazanma şansını da kendisininkine ekliyordu. Oyun tekrar dönerken, anne: "Aksi halde seni evlatlıktan reddederim." diyerek bahsi yükseltti. Eli ne kadar iyi olsa da geri çekildi. Annesinin blöfünü göremedi. Belki elinde ikilisi bile yoktu. Kazanmaya hiç bu kadar yaklaşmamıştı. Ağlamamak için zor tuttu kendini. Kadına son kez baktı; çünkü kadın yerini karısına bırakmak için kalkmıştı. Baba da yerini kaynanasına bırakmıştı. Kendisi de 30 yaşındaydı artık. Karısı kartları dağıttı. Anne biraz soluklandıktan sonra "3 torun istiyorum." dedi. Kaynana ise "2 torun." diyerek karşıladı. Adam son derece bıkkın, bitik bir sesle "Çocuk istemiyorum." dedi. Karısı ise "Tek çocuk." dedi. Kazanan karısıydı...

Adam bu oyunu daha ne kadar oynayacaklarını düşündü. Anne sanki düşünmesini istemiyormuşçasına yeni el için kartları dağıttı. Kaynana 35 yaşlarındaki damadının kafasından geçenleri okumuş olacak ki "Boşanırsan bütün mal varlığını kızıma bırakacaksın." diyerek yeni eli başlattı. Adam her şeyden vazgeçmeyi göze alarak "Boşanacağım." dedi. Karısının beklenen cevabı çok gecikmedi: "Boşanırsan oğlunun yüzünü göremezsin."... Anne de kendi beklenen cevabını verdi: "Boşanmayacaksın."... Adamın, kaybettiğini anlaması için kartlarına bakmaya ihtiyacı yoktu. Eli kazanan karısı oldu. Masada artık kendisi oturuyordu. Anne yerini oğluna bırakmıştı. Kaynanası da oğlunun hocasına. Hoca kartları dağıttı. Adam son derece duygusuz bir biçimde oğluna bakarak: "Sahne sanatları okuyacaksın." dedi. Karısı "Bilgisayar mühendisliği." dedi. Oğlu masadaki herkese baktı. Babasına kitlerken gözlerini "Tıp." dedi. Hoca ise "Eğitim fakültesi." dedi. Oyunu kazanan oğluydu...

Adam kaybeden bir kumarbazın tepkisiyle başını masaya koydu. Bir süre bekledikten sonra kafasını kaldırdı. Herkes gitmişti. Dirseklerini masaya dayayarak başını ellerinin arasına aldı. Kafasında bir sürü soru vardı. Bunlar tipik kaybeden kumarbazın kafasından geçen cinsten sorular değildi. Bunların arasından yakalayabildiği ilk soru: "Acaba oyunu yeniden oynama şansı olsa, daha ilk elden masayı devirip oyuna başta son noktayı koyma cesaretini bulabilir miydi kendisinde?" ya da "Arada bir yerde bunu yapabilir miydi?"... Ama bir sonraki soru daha can acıtıcıydı: "Kazanacağı sadece bir el olsaydı, hangi eli kazanmak isterdi?"... Sorularla boğuşurken yüzünde bir anda ironik bir gülümseme belirdi. Bildiği tek Fransızca cümle, şu anda içinde bulunduğu durumu en iyi özetleyen cümleydi: (*) "L’enfer c’est les autres..."


*Cehennem başkalarıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder